Tevazu, kısaca alçakgönüllülük demektir. Kibrin karşıtı olarak da tanımlanabilir tevazu. Ahlaki erdemlerden birisi olan tevazu, sade hayat yaşayan, lükse önem vermeyen insanları tanımlamak için de kullanılabilir. Örneğin; mütevazı (tevazu kelimesinden türetilmiştir) bir hayat yaşayan Mustafa dediğimizde, Mustafa’nın sade, lüksten ve şatafattan uzak bir hayat yaşadığını söylemek isteriz. Mütevazı bir öğrenci dediğimizde ise alçakgönüllü, ağırbaşlı vs. demek isteriz.
Tevazuda aşırıya gidilirse ne olur?
Malumunuz üzere sadece tevazuda değil, herhangi bir konuda bile aşırıya gidilse hoş karşılanmamıştır. Hatta yapılmaması gerektiği belirtilmiştir. Büyüklerimiz de bu vb. konuları tarif etmek için şöyle demiştir ‘ne ifrat ne tefrit” yani ne çok fazla ne de çok az, olması gereken neyse o. Dolayısıyla gösterilecek fazla tevazunun da zillete sebep olacağını yani hoş karşılanmayacağını belirtmişlerdir.
Bu konuda en güzel örneği Hz. Peygamber de görüyoruz. Mekke’nin fethedildiği gün yanına titreyerek –muhtemelen korkudan- gelen birisine: “Titremene gerek yok, ben de kurutulmuş et yiyen Kureyşli bir kadının oğluyum” diyerek muhatabını teskin etmiştir. Hatta günlük işlerini mümkün olduğu kadar kendisinin yaptığını da kaynaklarda görebiliyoruz.
Sonuç olarak herhangi bir Müslümanın örnek alacağı ilk şahsiyetin Hz. Muhammed (sav) olduğunu kabul edersek Müslüman, tevazu sahibi olmalıdır. Ya da diğer bir tabir ile mütevazı olmalıdır. Kimseye kibirle bakmamalı, alçakgönüllü olmalıdır. Yüce Allah (cc) katında makam, mevki, para, şöhret gibi şeylerin değil, takvanın geçerli olduğunu daima hatırına getirmelidir.